Amerika’da İkinci Ayım Nasıl Geçti? Bilinmezlikten Bilinirliğe Bir Yolculuk.
Geçen ay ilk ayımın nasıl geçtiğine dair bir yazı yazmıştım, açıkça bakmak gerekirse fazlasıyla negatifti, buraya gelmenin zorlukları, problemleri, tehlikelerine çok odaklanmıştı. Bunları görerek bunu bir alışkanlık haline getirmeye, her ayın sonunda kendi düşündüklerimi yazmaya karar verdim. Hem benim geriye baktığımda kendi süreçlerimi daha iyi anlayabilmem, kendime dersler çıkarabilmem, hem de herhangi bir okuyucunun buraya gelirkenki(elbette herkesin tecrübeleri çok farklı olacaktır ama yine de bazı beklentileri netleştirebilirsiniz diye düşünüyorum) beklentilerini netleştirmesi, karşılaşacağı problemleri önden anlayabilmesi, bunlara hem fiziksel, hem de zihinsel olarak hazırlanması açısından faydalı olacağını umuyorum.
Kısaca bahsetmek gerekirse, hayat monotonik bir şekilde düzeliyor, oturuyor, güzelleşiyor. Gereksiz matematiksel terimleri çıkarırsak aşağıdaki gibi bir grafikle gidiyorum.
Aslında yukarıdaki grafik, çok daha büyük bir sürecin önemli bir parçası. Başvurular ve kabul sırasında yaşanan Balayı sürecinin ardından ilk ayın yazısında da kendini gösteren kültür şokunun ardından şu anda alışma fazında olduğumu düşünüyorum.
Her gün daha adapte olduğumu, kendimi daha ait hissedebildiğimi görüyorum. Tabii bakınca her gün o kadar da kolay geçmiyor. Bazı günler, anlamlı günler çok daha farklı hisler oluşturabiliyor. 2 gün önce doğum günümdü, gün içinde kendimi sorguladığım pek çok an oldu, pek çok kişiden destek mesajları aldığım, anlaşıldığımı hissettiğim şöyle bir twitsel ile kendimi ifade etmeyi tercih ettim.
Bu tip günlerin bana ayrı katkıları olduğunu düşünüyorum. Buraya niye geldiğimi, neden kaldığımı, neden devam ettiğimi düşünmek önemli. Sorgulamayı bıraktığım an, verdiğim kararların kölesi olma ihtimalini ortaya koymaya başlıyorum.
Uzun vade ve kısa vade mutluluğun dengesini kurmak, motivasyonlarının arka planında yatanları anlamak gerek. Bunları bırakmak, içinde bulunduğun durumu kabullenmek yeri geldiğinde basit gelebilir, ama en azından benim için mutsuz olduğum bir statükoda sıkışıp kalmaktan daha büyük bir kabus olamaz, o yüzden hayatım boyunca her zaman içinde bulunduğum durumu sorgulamayı, tercihlerimi bu sorgulamalar ışığında vermeyi tercih ettim.
Yine negatiflerden bahsettim, çünkü belki de asıl alınması gereken derslerin burada olduğunu düşünüyorum. Hayallerle gelmek basit, gerçeklikten kopuk bir şekilde buraya gelen bir insanın yaşadığı gerçeklikle başa çıkamaması çok ciddi bir biçimde ihtimal dahilinde.
İyi şeyler yok mu peki? Tabii ki var. Bu konuyla ilgili en beğendiğim açıklama risk alabilme potansiyeli ile ilgili. İnsanlar, eğer bir konuda risk almışlarsa diğer konularda risklerini küçültmeye gitmeyi tercih ediyor.
Bunun en basit sebebi, kendini güvenceye almak. Hayatta bir alanda aldığım büyük bir riskin bana kaybettirdikleri diğer alanlardaki garantiler ile belli bir seviyede korunabilirse yaşamıma ciddi manada problemler yaşamadan devam edebilirim.
ODTÜ’deki gibi inanılmaz derecede oturmuş, mutlu, geniş bir hayatı geride bırakıp, hiç kimseyi tanımadığın bir ülkede, geleceğinin belirsiz olduğu bir programa başlamak; her yeni durumla ilk kez karşılaşmak, bu durumlar karşısında ne yapacağını bilememenin de etkisiyle başarısız olmak, sinirlenmek, hayal kırıklığına uğramak çok doğal. Kendini böyle bir durumun içine bilerek ve isteyerek koymak ise çok ciddi bir risk.
Bunun da etkisiyle, ilk geldiğim zaman başka riskler almanın benim için zor olduğunu hissediyordum. Anadilim olmayan bir dilde kalabalık bir grup içerisinde konuşmak, kurduğum cümlenin ortasında bir anda bir kelimeyi hatırlayamama ihtimalim bir risk mesela. Kültürünü bilmediğim insanlarla tanışmak, beklentilerini tahmin edemediğim insanlarla arkadaş olmaya çalışmak bir risk mesela. Derste gördüğün, gerçekten sevip sevmeyeceğini bilmediğin insanlarla arkadaş olmaya çalışmak bir risk mesela.
Zaten konfor alanında olduğum bir zaman olsa bana risk gibi gelmeyecek, beni germeyecek, beni mutlu edecek pek çok şey; o konfor alanından uzaklaştığımda kendimi bilinçli olarak yönlendirmem gereken eylemlere dönüşmeye başlıyor.
Kendimi, “mantıklı düşün, konuşmanın ortasında bir anda durakalmayacaksın, hadi diyelim ki kaldın kimsenin umurunda olmayacak, herkes İngilizcenin sana yabancı bir dil olduğunun farkında, hatta pek çok kişi de benzer durumlardan geçti hayatında farklı noktalarda” gibi mantıklı argümanlarla itmem gerekiyor.
Gün geçtikçe bu itki gerekliliği azalıyor. Bir ay önce kendimi çok daha fazla enerji harcamak zorunda bulduğum pek çok aktiviteyi çok daha hızlı, çok daha kolay yapabiliyorum. Bulunduğum kalabalık gruplarda İngilizce espri yapıp insanları güldürebiliyorum, karşılaştığım insanlara selam verip kısa muhabbetler edebiliyorum, yeni insanlarla tanışmayı, konuşmayı, girişken olmayı kendime bir yük olarak değil, beni mutlu eden, bana enerji katan bir eylem olarak görüyorum.
Kısaca, çok daha iyi gidiyor, çok daha iyi gitmeye de devam edecek. Yukarıdaki grafikteki gibi, hayatın inişleri çıkışları olsa da alışma miktarımın düzenli şekilde gelişeceğine olan inancım tam. Yeri geldiğinde sinirleneceğim, üzüleceğim, mutsuz olacağım; ama bunlar da hayatın bir parçası zaten, Türkiye’de de defalarca mutsuz oldum, sinirlendim, ağladım, zırladım, etrafa patladım… Bunların hayatın önemli noktaları olduğunu, bizi biz yaptığını, asıl karakterimizin böyle anlarda daha çok kendini gösterdiğini, bunları inceleyip kendimizi daha iyi anlayabileceğimizi hiçbir zaman unutmamak gerek.
Kapatmadan önce küçük bir reklam yapayım. Belki de görmüşsünüzdür, ama görmediyseniz lütfen Youtube kanalıma abone olmayı unutmayın. Burada yazdıklarımı daha detaylı, daha farklı şekillerde sizlere faydalı olması amacıyla paylaşmaya çalışıyorum.